10 Şubat 2009 Salı

beyoğluna nötron bombası atılırsa...

nötron bombası... atıldığı yerdeki binalara zarar vermeksizin tüm canlıları yok eden şey. özellikle zırhlı araçlardaki askerleri öldürmek için kullanılıyormuş. ancak bu bombanın atıldığı yerdeki çelik alaşımlı herşey kendi içinde birer radyoaktif bomba haline geldiği için insanları öldürme gücü bu denli yüksek.

nötron bombasını yine eda hatırlatmıştı bir muhabbette. ve aklıma doğrudan uzun pozlama (40dk. kadar) ile çekilen fotoğrafların o yalnız binaları gösteren ve insanları silen ürkütücü görüntüsü gelmişti. her yer boş, her yer sessiz, insansız nefessiz.... insanların çok az belirgin olduğu ama yine de çok garip gelen uzun ve kısa pozlamalarlı beyoğlu fotoğrafları eklemek istedim uğur'dan... sanki beyoğluna nötron bombası atılmış gibi...

ps. görüldüğü gibi bir yanılsama... 6-7 eylül de böyle bir yanılsamayla başlamıştı... güz sancısı filmini görmesem de "hulki bey ve arkadaşları" romanınını da arada önermeliyim belki...

27 Ocak 2009 Salı

iki dirhem bir çekirdek

Geçmişe dönüp de tarih denen kişisel romanı karıştırınca minik ve güzel detaylar da çıkmıyor değil. Hemen anlatayım.

Osmanlı’nın 19. yüzyıl sonuna doğru ekonomisi gitgide bozulur. Piyasada bir sürü farklı değerde para vardır. Bunlardan biri de kağıt para olan “kaime”dir. 1840'ta basılmıştır. Tam adının Türkçe tercümesi "para yerine geçen kağıt"tır. (Aslında hazine bonosudur aynı zamanda ama ülke ekonomisi bozuldukça rağbet edilmez hale gelmiş, üzerinde yazan değerin altında değiştirilir olmuş) Şu bizim eski filmlerde duyduğumuz “üç yüz gayme” lafı aslında buradan geliyor.

Osmanlı paralarının değeri içindeki altın ve gümüş miktarları düşürüldüğünden zaman içinde gitgide değersizleşir. Çok basıldığından ülkede enflasyon baş gösterir. İşin bilgi kısmını geçelim...

Sonunda tüm paraların tedavülden kaldırılmasına ve yeni bir paranın çıkarılmasına karar verilir. Bu yeni para 6,6 gram altın barındırır içinde. O zamanki ölçü birimiyle bu miktara “iki dirhem bir çekirdek” denmektedir.

Kullandığımız çoğu deyimin geldiği yerler işte bu kadar garip ve ilginç...

Bu da benim geniş zamanlı tarihten hikayemdir:)

19 Ocak 2009 Pazartesi

mal edinme bahanesi: aile edin!

aile kavramı mal edinme kavramından sonra çıkmış.

Duyduğumda aklıma ilk gelen aileyi, çocuğu da insanların mal olarak görmesinden dolayı bunun olabileceğiydi.

Bunu bana söyleyen eda ise daha farklı bir şey söyledi. buradaki amaç, yani aile kavramının doğuşu mal edinmeyi meşrulaştırmak içinmiş. yani şu soru çıkıyor: insan neden mal edinmek ister? bu soruya cevap olarak "oğluma bırakacağım", "miras olarak devrolacak" ya da "ben kendim için değil sadece eşimi çocuğumu düşünüyorum bu kadar mal sahibi olmaya çalışarak" demek istemişler. bunu diyerek geçerli bir mal edinme sebepleri olmuş. yani bir aile bahane etmişler işte...

yoksa kefenin cebi yok ya işte, niye alasın onca mal mülk...

(gerçi bence benim çocuğumdan da kendi başının çaresine baksın yahu, deyip devamında kavga edan mirasçıları anlatan bir şiirden şu alıntıyı da söylemeliyim:
çocukların etsin diye rahat
satmadın malı geçindin kıt kanaat
evladından olsun sana nasihat
bu dünyada malın varsa sat baba!)

17 Ocak 2009 Cumartesi

klozette japon balığı beslemek

genelde türk evlerinde klozet bulunmasına rağmen kullanılmaz, yerine hep alaturka tuvalet kullanılır. klozetler evi yapan müteahhit'in ev hediyesiymişçesine kullanılmadan, kapağına bir kılıf geçirilerek banyoda sergilenir.

hal böyle olunca da bir japon balığı rahatlıkla bunun içinde rahatlıkla yaşayabilir. nasıl olsa içine hiç edilmemekte, hiç sifonu çekilmemektedir. ayrıca suyu değiştirmek gerektiğinde balık alınır, sifon çekilir, yerine gelen suya balık yeniden bırakılır.

bu da benim zihnisinir özentisi naçizane tespitimdir:)

15 Ocak 2009 Perşembe

ücretsiz e-kitabın da mı korsanı olur yahu!

Başıma geldiği için artık daha fazla bağırasım var: Korsana Hayır!
Normal kitapların korsanından kazanılan ranta bakılınca, "evet" diyorum, "insanların bunu yapmak için tamamen duygusal(!) sebepleri var. Ama e-kitabın da korsanı çıkarsa beni bir merak alır yürür.
E-kitabımın korsanını bir özet sitesinde gördüm ilk. Tüm kitabı -kısa hikayelerden oluştuğu için- kopyalayıp eklemişler. İşin garip yanı benim kitabımın altındaki kitaplar Reşat Nuri'den Çalıkuşu, Atatürk'ten Nutuk vb. bir sürü ciddi kitap...

İkinci gördüğüm yer ise e-kitabımı yayınlayan yayınevindeki çoğu kitabın linkini kendince koymuş. Böylece asıl yayınevi sitesinden kaç okura ulaştığımız bir nevi net sonucu veremez hale geliyor. Basılı korsanla aynı muhabbet yani...

Ama işte en garibi budur, bilen varsa bana anlatsın. Online yayınevim para kazanmıyor, ben e-kitabımdan para kazanmıyorum, e-kitabı kopyalayıp kendi sitelerini metinlerimle ve benim imzamla dolduranlar para kazanmıyor. E öyleyse e-kitap korsancılığının anlamı ne?

ps.korsan deyince aklıma ilk bu çalışma geliyor gördüğümden beri. onun için bunu koydum ama sevimliliğine aldanmayın:)

pamuk prenses ve yedi cüceler'den takılanlar

"biz taam yedi cüceyiz, on dört kollu bir deviizz" orada duralım. dünyanın en büyük yalanlarından biri de işte bu on dört kollu dev yalanı bence. çünkü pamuk prenses masalı şu gerçeği anlatıyor bize: statü farklılığı!

pamuk prenses elmayı yedi, bayıldı. (elma da ademin yediği elmayı temsil eder o ayrı bir konu) ve sorularım başladı:

Neden illa bir prens gerekir? Sıradan bir köylü pamuğu öpse niye uyanmaz?

Yok eğer prens gerekmiyor, normal bir erkek yeterliyse neden cüceler erkekten sayılmıyor? Hani on dört kollu dev?

Cücelik/normallik ve prenslik/sıradanlık... masallar neler neler anlatıyor bizlere daha. devamı var bu konunun daha...

11 Ocak 2009 Pazar

kaldıraç

Küçükken az oynadım tahterevallide sanırım. Zayıf olmanın handikapı, o oyunun dengesi bir türlü kurulamazdı. 'Fil Hamdi'nin karşısına illa ki bir fil çıkmalıydı.

"Bana bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatayım." demiş Arşimed. Neyine güvenerek söylemiş merak ediyorum. Dünyayı kaldırmak için kaldıracın öte kefesine koymaya yine bir dünya bulması gerekmiyor mu? Ya da öyle bir kaldıraç bulacak ki, destek noktasının öte yanı sonsuza doğu acayip uzun olacak ve ağırlık olayını kotaracak (fizikten bilirsiniz P1.x1=P2.X2) Öyle basit bi kaldıraçla, bi destek noktası bi kalasla kalkmıyor dünya...

ps. o değil de konu tahteravalliye gelince bir diğer söze de gitti aklım: Tahteravallide birilerinin yükselmesi için hep birilerinin altta kalması gerekir. Ezen ezilen hesaabı... Dünya hali işte bire bir...

ps2. fil hamdi, aziz nesin'in bir öyküsünde geçer, benim de hep dikkatimi çeker; tavsiye olunur.

9 Ocak 2009 Cuma

virgül

virgül dediğin
sokaktaki bank misali...
bir soluklanmalık.
(devam eder:)

7 Ocak 2009 Çarşamba

metrobüste şark köşesi

Mercedes marka metrobüslerimizin motor kısmı en arkada ve motor aksamının bir kısmı da tabana yapılmış. Haliyle en arkada bir bölmeye oturmak için üç-dört basamk çıkılıyor. Buradaki koltuklar L şeklinde dizilmiş.

İşin garip yanı bölge demirle kapatılınca ve en köşeye gelen koltuk oranın ortamı bozulmasın diye tam bir şark köşesi havasında geniş ve iki tarafı da kaplar bir şekilde yapılınca ortaya garip bir durum çıkmış.

Üstteki fotoğraftan da bu durumu kısmen görülebiliyor..
Hem iyi bir çocuk olursanız belki boş bir metrobüs bulup "şark köşesini" kendiniz bile görebilirsiniz.
Haydi şirinlemeye devam:)

6 Ocak 2009 Salı

ABD ile abd: kim kral kim kul

ABD... Türkçe haliyle Amerika Birleşik Devletleri'nin kısaltılmışı. Ki kendilerine sürekli bir kul köle olma halimiz var maalesef.

abd... Osmanlıca bir kelime imiş. Kul, köle anlamındaymış.

Yani... ABD'ye abd oluyoruz sürekli...

Ne garip bir kelime oyunu yahu! Keşke biz kul olmasak, ben de bu çağrışıma hiç düşmemiş olsam...

bu krizde bu blogları okumak tavsiye olunur

Kriz var, esnaf kepenk kapatıyor.:(
Yazarkasa'nın dersleri var, UyurYazarKasa kepenk kapatıyor.:(

Şu sıra vergiden muaf, seyyar yazıcı oldum, pürdikkat bakınıyorum. Nereye? Acayip tasarımlara, dünyanın acayip işleyişine, tezatlara, komikliklere, çağrışımlara...

Bir yandan da iş yerlerinde masaları başında oturup salt mühendis olmayıp çok yönlü insanlar olmayı becerebilen güzide insanların bloglarına bakıyorum.
Logolarına tıklayarak bu bloglara da bakabilirsiniz, tavsiye olunur. Bu logoları tasarlamış olmaktan da ayrıca mutluyum, güzel bir işe yarıyorlar neticede...

Descartes vs. Ayşe Teyzem

Descartes Aydınlanma Çağı için "Aydınlanma, olgunlaşma ile alakalıdır. İnsanın başkalarının etkisi altında kalmadan kendi aklına göre hareket etmesine, kendi kendini gütmesine olgunluk denir." demiş.

Toplumsal Yapılar ve Tarihsel Dönüşümler dersimin kitabında böyle yazıyor.
Orta Anadolu insanı, ortaokul mezunu 80 yaşındaki Ayşe Teyzem ise bir bayram günü şöyle demişti: "İnsanlar başkalarının akıllarını gütmeye çalışacaklarına önce kendi akıllarını gütseler her şey daha güzel olurdu."

Descartes adını bile eminim duymamış Ayşe Teyzemin içine yaşlandıkça Descartes ruhu mu kaçtı ne... :)

Aslında çok baba laflar söyleniyor da işte, ismini kabul ettirenle meşhur oluyor.

5 Ocak 2009 Pazartesi

şemsiye yapımcıları

şemsiye yapımcıları
tek kişik kesince kumaşları
yağmur değil yalnızlık yağar

böyle demiş Sunay Akın...

<--ve dünyanın bambaşka bir yerinde bir adam bu resmi çizmiş.

Sunay Akın'ı tanımayan bir adamın bana Sunay Akın şiirini hatırlatan bir çizimi işte...

Demek ki dünyanın farklı yerlerinde ortak paydalar var. (Aklıma gelmişken Venedik kanallarla örülü tek şehir sanılırken Marco Polo Çin'e gittiğinde ordan en az beş kat daha büyük Venedik benzeri bir şehrin olduğunu görmüş. Ne garip...)

4 Ocak 2009 Pazar

osmanlıca 'hafta'sı

Osmanlıca kelimeler acayip keyif veriyor bana. Sanırım kelimelerin uzaması ve Türkçe düşününce o kelimelerin daha farklı şeyler düşündürmesinden kaynaklanıyor. 'Derdiser'i söylemişti Cey; sorun, bela demekmiş. Bende uyandırdığı his ise tüm dertleri tasaları seriyorsun ortaya, kurtuluyosun hepsinden. Sanki arkadaşına anlatıyosun da için ferahlıyor ve buna derdiser deniyor, gibi...

Amerikalıların her kelimeyi kısaltmaya gayret etmesini de anlamıyorum. Bakınız; R.I.P ; (Rest in peace) huzur içinde uyu'nun kısaltılmışıymış. Filmlerde mezar taşında hep bu yazar ya. Bakınız; NY ya da kişi adları. Edward olmuş Ed, Timothy olmuş Tim. Veyahut yeni bir ürüne isim bulma çabasında kısa bir isim yaratamayıp baş harflerini almışlar PC'de olduğu gibi. Bu kadar mı az zamanınız var bilader, konuşun uzun uzun! :)

Bu hafta duyduğum ve çok sevdiğim osmanlıca kelime ise heft. Kendileri yedi demekmiş ve işin güzel yanı hafta kelimesi de oradan geliyormuş.

Yedi güzel rakamdır yahu zaten, çok severim, nedenleri de.. çok yakında:)
ps. Ortaçgil Memurun Şarkısı acayip güzeldir, haftanın şarkısıdır, dinlenilesidir.
"bir meyvanın çekirdeği gibi saçılmışız öyle derler
oysa hayat meyvadan değil çekirdekten çıkar" :)

bakmak + pürdikkat = görmek:)

blog dediğin 'günlük' misali bir nane. ama ne günlük gibi özel yazabilirim, ne de her gün yazabilirim. Daha önceki denemelerden, sözlüklerden bunun farkındayım. Hep bir çok yönlü yazma eylemi ve hep sonunda yarım kalmışlık...

Bu sefer sadece garip gelen yaşamdan detayları pürdikkat kesilip fark edecek ve anlatacağım. Kısa olacağım, öz olacağım, az edebi olacağım, az edepsiz de olurum belki.

Nedenli nedensiz, denli densiz bir yazma eylemi işte. Evet, bir eylem; dünyaya bakmakla görmek arasındaki farkın eylemi.

bakmak + pürdikkat = görmek:)